TTMD, MTMD ve Borusan Mannesmann işbirliği ile hayata geçen Mechtalks etkinliklerinin ilki “İklim Krizi ve Pandemi Döneminde Bina Mekanik Sistem Adaptasyonu” teması ile 25 Kasım 2021’de düzenlendi. Gerçekleştirilen panel ve davetli konuşmacı Nasuh Mahruki’nin konuşmasının ardından bir sunum yapan TTMD Yönetim Kurulu Başkanı Meriç Sapçı gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu:
“Bildiğiniz gibi 2021 yılına geldiğimizde iki büyük küresel sorunla karşı karşıyayız. Birincisi uzun süredir devam eden ve neredeyse iki yıla yaklaşan Covid-19 küresel salgın hastalığı ve diğeri de küresel ısınma ve iklim değişikliği. Bugüne kadar 258 milyon vak’a ve 5.15milyon ölüm olayı yaşandı. Dünya Sağlık Örgütü çok geç kalmış olsa da bu virüsün ekseriyetle hava üzerinden yayıldığını artık kabul etmiştir. Şimdi bu bulaş şekli ile bizim mesleğimiz arasındaki kesişim noktasının apaçık bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz. Enfekte olan kişiden yayılan virüs yüklü aerosollerin uzun süre havada asılı kalabilmesi ve kapalı alanlardaki hava hareketleriyle çok uzak noktalara kadar giderek o bölgedeki insanları da enfekte edebilmesi bu hastalığın kapalı yaşam alanlarımızda bir iç ortam hava kirliliği problemi olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bizim mesleğimiz işte tam bu noktada işin içine dahil olmak durumunda kalıyor çünkü biliyoruz ki; Sars-Cov-2 virüsü iç ortam havasında bulunan bir mikro-biyolojik kirliliktir ve insan sağlığına zarar vermemesi için hızlıca ortamdan bertaraf edilmesi gerekir. Bugüne kadar biz iç ortam hava kalitesinde mikrobiyolojik kirliliklerle ve onların ölümcül sonuçlarıyla çok fazla karşılaşmadık. CO2 gibi bildiğimiz bazı kirleticiler ile uğraştık ve bunların yarattığı baş ağrısı, uyku hali, çalışan iş gücünün performans eksikliği ve özellikle öğrencilerin öğrenme kabiliyetinin azalması gibi sorunları taze hava ile çözmeye çalıştık. Fakat bugün artık geldiğimiz noktada farklı bir kirletici ile (Sars CoV-2) karşı karşıyayız ve onunla ilgili de binalarımızın havalandırma sistemleriyle alakalı çok özel tedbirler almak zorundayız. Havalandırma, filtrasyon ve hava dezenfeksiyonu yöntemleri bu konudaki çok önemli ve etkin araçlarımızdır. İç ortam hava kalitesi konusunda dünya bir bilinçlenme çabası içindedir ve bu konuda önderlik eden önemli bilim insanlarından Prof. Dr. Lidia Morawska’nın dediği gibi, ‘Soluduğumuz hava sağlıklı olmalıdır, temiz ortam havası hepimizin hakkıdır’. Dolayısıyla bizler de bir birey olarak bulunduğumuz kapalı ortamlarda soluduğumuz havanın kalitesini ve içeriğini artık sorgulamak durumundayız.”
Konuyu örnekler ile anlatan TTMD Yönetim Kurulu Başkanı Meriç Sapçı şu şekilde devam etti: “Bir insanın hayatını devam ettirebilmesi için ihtiyacı olan 3 temel unsur vardır. Gıdalar, su ve soluduğumuz hava. Yiyecekler ve içtiğimiz su hijyen teknolojilerinin gelişmesiyle artık belirli bir güvenlik noktasına ulaşmıştır. Ülkelerin refah seviyelerinin artmasıyla da bu teknolojilere hızlıca ulaşabilmek artık mümkün. Market alışverişlerimizde satın aldığımız yiyecek ve içeceklerin içeriğini görüp nasıl kontrol edebiliyorsak muhtemelen Covid-19’dan sonra da soluduğumuz havanın sorgulanacağı bir döneme gireceğimizi düşünüyorum. Yakın bir gelecekte, bu konuda çok büyük düşünsel evrilmeler yaşayacağız. Çünkü kapalı ortamların sağlığımız ile ilişkisine dair olan ortak kanı hızla artıyor. Günlük hayatımızın %80’ni kapalı ortamlarda geçiriyor ve günde ortalama 12,000 litre havayı teneffüs ediyoruz. Yani teneffüs ettiğimiz havanın 9600 litresini bu kapalı ortamlardan alıyoruz. Yaşadığımız hastalıkların çoğunun bu kapalı alanlardaki ortam havası ile ilişkisi olduğu tıp otoriteleri tarafından söylenmektedir. Diğer yandan bugün yaşadığımız Covid 19’un son pandemi olmayacağının da bilincindeyiz.”
Meriç Sapçı, konuşmasının devamında da diğer bir önemli konu olan küresel ısınma ve iklim değişikliğine değindi: “Bir sera gazı olan ve esasında belirli bir miktarda ısıyı emmekte faydalı da bir gaz olan karbondioksitin atmosferdeki oranı özellikle son yıllarda artmaktadır. Atmosferimizdeki karbondioksit oluşumunda en önemli etken primer enerji kaynağı olarak kullanılan fosil yakıtlardır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2019 yılında vermiş olduğu verilere bakıldığında 3 ana sektörün karbondioksit emisyonlarının ortaya çıkmasında etken olduğu görülüyor. Birinci sektör bina endüstrisidir ve %35 oranda primer enerji kaynaklarını tüketen en önemli sektördür. İkincisi ulaşım ve üçüncüsü de sanayi sektörleridir. Son 10 yılda nüfüs artışı ile paralel olarak binalara olan talebin artışı ve sonucunda da enerji tüketimi ile beraber karbondioksit emisyonları yükselmeye devam etmiştir. Dolayısıyla binaların bugün yaşanan bu iki sorunun oluşmasında çok önemli rolü vardır ve alınacak önlemler içinde binalar ile ilgili tedbirlerin mutlaka bulunması şarttır.”
TTMD Başkanı Meriç Sapçı konuşmasının son bölümünde gelecekte dikkat edilmesi gereken hususların altını çizdi: “Ülkemizde, Birleşmiş Milletler Paris Antlaşması ve Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde 2030 ve 2050 hedeflerine ulaşabilmek için binalarımızdaki enerji tüketimlerini denetim altına almak gerekiyor. Bu maksatla, tasarım aşamasında kesinlikle binanın enerji tüketim modeli oluşturulmalı ve bu modelin işletme sürecindeki tüketim değerleri ile karşılaştırılması ve bunun da takibi gereklidir. Yönetmeliklerimizde bu hususun dikkate alınması ve ruhsat aşamasında da binalara büyüklük ve fonksiyonlarına göre azami enerji tüketimi sınırlaması ön şart koşulmalıdır. Böylece yatırımcıların tüketici talebini de dikkate alarak yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi de teşvik edilmiş olur. Tasarım ve işletme arasındaki performans aralığı (performans gap) mutlaka kabul edilebilir bir mertebede olmalıdır. Bu gerçekleşmediğinde, ya tasarım yanlıştır ya uygulama tasarıma göre yapılmamıştır ya da işletme doğru değildir. Bu durum tasarımcı Bina Makina Mühendisinin (proje müellifi) niteliğini ve sorumluluğunu yükseltecek, uygulama sürecinde tasarımcının sahada olası değişikliklerin takibini ve kontrol altında tutmasını sağlayacak, işletmeye devir öncesinde de tüm BID-performans testlerinin (Commissioning) gerçekleşmesini ve buna müdahil olmasını temin edecektir. Bu şekilde gerçekleşecek çalışmanın sonucunda da, bina endüstrisinde bir nev’i kalite-kontrol süreci gerçekleşmiş olacak ve daha sağlıklı binaların oluşumu temin edilmiş olacaktır.”